27 Nisan 2008 Pazar

Kağıda pasta ( ÇİKOLATALI MUFFİN )


Malzemeler
1 fincan sıvıyağ
1 yumurta
1 fincan toz şeker
3 fincan un
1-2 çay kaşığı karbonat
kek kağıdı
Kreması
2 fincan toz şeker
2 su bardağı süt
3 yemek kaşığı kakao
2 yemek kaşığı nişasta veya un
1 yemek kaşığı margarin
1 paket vanilya

Yapılışı: Yumurta ve şeker iyice çırpılır unu karbonatı ve sıvıyağı da ilave edilerek güzelce karıştırılır kek kağıtlarının içine birer tatlı kaşığı konularak 150 derecede pişirilir.Diğer tarafta süt,nişasta kakao ve şeker iyice çırpılır ve karıştırarak pişirilir koyulaşınca beş dakika daha pişirilir, margarini, vanilyasıda ilave edilirek altı kapatılır.
Pişen keklerin üzerine sıcak olan kremadan dökülür ve afiyetle yenilir...
biz bayılırız bu minik KAĞITTA PASTACIKLARA (eskiden böyle denirdi ) çok eski bir tarif lezzetli ve yapımı kolay

Ben cici kardeşime(papatyaprenses) götürmek için hazırlamıştım bu pastacıkları pardon muffinleri....

24 Nisan 2008 Perşembe

ONBİRİNCİ GÜN...




YAŞLI ADAM, son demlerini yaşıyordu. İhtiyarlık derdine, bir de ağır hastalık eklenmişti. Kendisiyle ilgilenen kişiler, ona iyi olduğunu söylüyorlardı ama, ciğerleri parça parça dağılıyordu sanki, her öksürüşte. Esasında hastalığından fazla, günahları üzüyordu yaşlı adamı.

Özellikle gençliğinde pek çok hata yapmıştı. Bu yüzden de evlatları hayırsız çıkmış, her biri bir köşeye dağılmıştı. Eşi, beş yıl kadar önce vefat edince, büyük oğlu yurt dışına yerleşmiş, oraya gidince de, her şeyi unutmuştu. Kızı da bir serseriye kaçmıştı habersizce. Küçük oğlu, nispeten hayırlıydı. Arada bir kendisini ziyaret eder, yatağının baş ucuna birkaç kuruş koyardı. Hatta onu hastaneye bile kaldırmış, bazı masraflarını üstlenmişti.



İhtiyarın yalnızlığı, hepsinden kötü idi. Kendisinden ümit kesen doktorlar, sonunda onu evine göndermişlerdi. Durumu artık çok daha kötüydü. Birkaç seans kemoterapi tedavisi, vücudunun her yerini fosur fosur kabartmış, ayakta bile duramaz hale gelmişti. En çok ihtiyaç duyduğu zamanda, küçük oğlu da uğramaz olmuştu her nedense. Çok şükür ki komşuları vefalı insanlardı. Evlerinde ne pişse, ona da bir parça getirirlerdi.

Yaşlı adamın hemen baş ucunda, eski bir telefon bulunuyordu, çalmasını boşuna beklediği. Borcundan ötürü çoktan kesilmiş, üstü tozla kaplanarak rengini kaybetmişti. Gerçi çalışsa bile, arayan çıkmazdı ya!. O kadar özlemişti ki onun sesini. Bir zamanlar hâlini soran dostlarını. Dayanılmaz ağrılarla kıvrandığı bir gece, telefona uzanarak ahizeyi kaldırdı. Belki gurbet ellerdeki oğlunun, belki de kızının sesi gelirdi derinlerden. Belki de eşinin yumuşak sesini duyardı, çok uzaklardan. Ahizeyi bir süre öyle tuttu. Çıt bile çıkmıyordu. Tam yerine koymak üzere iken, telefondan biri seslendi ona:

— Günahların için tövbe ettin mi?

— Evet!. diye atıldı yaşlı adam, gelen sesin sahibini merak bile etmeden. Yıllar buyu af diledim Allah'tan. Günahlarım, çok fazla olmasına rağmen.


— Doğru!. diye cevap geldi, antika telefondan. Günahların, başındaki saçlar kadardır. İnşallah affedilir!. Yaşlı adam, ağlamaya başladı. Gençliğinde pek umursamadığı, günün birinde affedilir zannettiği, belki de bu yüzden devam ettiği günahları, daha sonra binlerce kez tövbe etmesine rağmen demek ki silinmemiş, sırtında bir yük olarak bırakılmıştı. Yattığı yerden doğrulup pencereye bakınca, cama yansıyan görüntüsünü fark etti. Saçları bembeyaz, ama çok gürdü. Rahmetli babası, hatta dedesi gibi. Gözyaşları bir ara kesilince, yorgun vücudunu tekrar yatağa attı. Telefonu yerine koymaktansa, yastığının altına sıkıştırdı. Şimdi artık bir arkadaşı vardı. Hayalî olsa bile, belki başka bir şeyler de söylerdi ona, yüzünü güldürecek, ruhuna bayram yaptıracak sözler.

Aradan on gün geçti. Fakat ihtiyar adam, her an biraz daha artan acılarına değil, günahları için göz yaşı döküp ağlamayı, Allah'tan ümit kesmeyip tövbe etmeyi; telefondaki ses de, aynı sözleri tekrarlamayı sürdürdü.

— Günahların, başındaki saçlar kadardır!. İnşallah affedilir!.

On birinci gününde, yaşlı adam öleceğini anlamıştı. O geceki rüyası, daha önce gördüklerinden çok farklıydı. Rüyasında tamamen iyileşmiş, âdeta bir kuş gibi hafiflemiş, kendisini çağıran eşine koşmuştu. Daha sonra onunla birlikte uçmuştu, yamaçlarından şelaleler akan bir dağa doğru. Uyandığında, aceleyle kalkmaya çalıştı yerinden. Rabbinin huzuruna, taptaze bir abdestle varmalıydı.

Peki ya daha sonra?

Küçüklüğünden beri, "Allah Kerim!." diye tekrar ederdi.

Kerim Rabbi, belki onu da affederdi. Duvarlara tutunarak lavaboya yanaştı. Üstündeki aynaya baktığında, nefesi bir anda kesilir gibi oldu. Nurlu yüzü iyice aydınlanmış, bütün vücudu titremeye başlamıştı. Tekrar tekrar baktı görüntüsüne. Arada bir elleriyle başını sıvazlarken.

Evet, evet!. Gördüğü şey hayâl değildi.

Belki de ilaçların tesiriyle, başındaki saçlar tamamen dökülmüştü.

Bu sefer de sevinçten ağlıyordu ihtiyar.

Yatağına doğru son kez adım atarken, telefondan yine aynı ses geldi:

— Günahların, başındaki saçlar kadardır!.

Ve şunu sakın unutma ki, Allah Kerimdir..!

21 Nisan 2008 Pazartesi

PRENSES SOSLU ISLAK KEK...


Malzemeler

3 yumurta

1.5 su bardağı tozşeker

1 su bardağı sıvıyağ

1.5 su bardağı süt

1 paket vanilya

1 paket kabartmatozu

3 çorba kaşığı dolusu kakao

aldığı kadar un


Prenses sosu için;

2 yemek kaşığı dolusu kakao

100 gr erimiş margarin

5 kaşık pudra şekeri

2 yumurta

Islatmak için;

1 bardak süt

Yapılışı: Bütün malzemeler çırpılır ve 150 derecede pişirilir.Pişen kek süt ile ıslatılır.Sosunu hazırlamak için margarini,pudra şekerini yumurtalar bir güzel mikserle çırpıyoruz ve kakaosunu da ilave edip 5 dakika mikserliyoruz.Iınan kekimizin üzerine sosumuzu döküp bir güzel servis ediyoruz.

Afiyet olsun şahane oluyor...

17 Nisan 2008 Perşembe

REZENE





MAYDANOZGİLLER (Apiaceae) familyasından kokulu otsu bitki. Raziyene olarak da bilinir. Anayurdu Güney Avrupa ve Anadolu’dur. Hoş kokulu tohumları için ABD’de, İngiltere’de ve Avrupa’nın ılıman kesimlerinde tarımı yapılır.


Türkiye’de doğal olarak yetişmesine karşın ekimi yapılmaz. Rezene çoğunlukla bir metreye kadar boy atan çok yıllık bir bitkidir. İpliksi bir görünüm sergileyen ince parçalı yaprakları vardır. Küçük ve sarı renkli çiçekleri şemsiyemsi salkımlarda toplanmıştır. Yeşilimsi ya da sarımsı kahverengi tohumları silindir biçimli ve hafif kıvrıktır, sırtında da beş yatık çıkıntı bulunur. Bunlar her ne kadar tohuma benzerse de, aslında botanik bilimi bakımından tohum değil, meyve olarak kabul edilir.


Tarihte rezene
Rezene klasik Yunanca’da Marath (w)on adını alırken (Maratuwo biçiminde yazılır) bir zamanlar adını verdiği Attika Ovası’nda bolca yetişirdi. Burası M.Ö. 490’da, Yunan komutanı Miltiades’in Pers saldırısını geri püskürttüğü ve er Pheidippides’in (diğer adı Ariston) zafer müjdesiyle Marathon’dan Atina’ya 40 km’lik koşuyu gerçekleştirdiği ovadır. Marathon sözcüğünde aynı zamanda, insanoğlunun ateşi keşfedip, yemek pişirmeyi buluşunun kökenindeki söylence vardır. Çünkü Prometheus, tanrılardan çaldığı içten içe yanan bu paha biçilmez nimeti, dev bir rezenenin içinde getirir.
En eski kültür bitkilerinden biri olan Rezene, Romalılar tarafından da iyi değerlendirilmişti. “Bir gladyatörün güçlü ve haşin olmasını istiyorsanız, yemeklerine rezene katın. Eğer o savaşır ve yenilirse ölüsüne rezeneden çelenk takın.” Uzun ziyafetler döneminde Romalı savaşçılar sağlıklarını korumak, kadınları ise şişmanlığı önlemek için rezene yerlerdi. Çünkü tohumları gaz söktürücü olarak kullanılan ve genç sürgünleri ise sebze olarak yenen rezene, koku vermek amacıyla da şekerleme likör, pasta ve ilaçlarda kullanılırdı. Sonradan bu uçucu yağ-katı yağ, sabun ve parfüm sanayinde de kullanılmaya başlandı.
Kullanım alanları
Rezene halk arasında gaz söktürücü, mideyi ve gözü kuvvetlendirici olarak kullanılır. Süt artırıcı etkisi sayesinde annelerin severek kullandığı rezenenin yaprağı, yara iyi edici, kökü ise idrar çoğaltan bir işleve sahiptir. Uçucu yağ ve katı yağ çıkarıldıktan sonra kalan küspe, yüzde 22 kadar albümin ve değerli enzimler taşıdığından çiftlik hayvanları için iyi bir gıdadır. Rezene kökü, sap ve yaprakları aroma ve dayanıklılık sağladığından, turşuculukta geniş ölçekte kullanılır. Bu etkileri eski Mısır ve eski Mezopotamya’da da bilinirdi. Nitekim rezene, eski Mısır ve eski Mezopotamya’da “Materia Medica”larında kayıtlıydı. Anglosaksonlar ise şeytana karşı olan gücü nedeniyle rezeneyi dokuz yararlı ottan biri sayardı. İmparator Şarl iyileştirici özelliklerinden ötürü 812 yılında rezenenin imparatorluk bahçesi için gerekli olduğunu söylemişti. Yine İngiltere Kralı II. Edward’ın doktoru olan Gaddesdenli John (1280 -1361) körlük tedavisinde, rezene ve maydanoz şarabı kullanılabileceğini gösterdi.
Yemek kültürleri içinde, rezene tohumları soslar, balık yemekleri ve ekmekte kullanılırken yeni sürgünleri kış salatalarında değerlendirilirdi. Özellikle Hint yemeklerinin sonunda rezene içeren bir çay, ağır besinlerin sindirimine yardımcı olduğundan tercih edilirken, Floransa’da kökü, çiğ olarak dilinip ya da rendelenerek salata ve sandviçlere konurdu. Bileşimindeki uçucu ve katı yağların yanı sıra, albüminli maddeler nişasta, provitamin, flavonlar, bergoptan ve storin içerikli cumarin bulunan rezene, iştahsızlık, sindirim zorlukları ve safra kesesi rahatsızlıklarına karşı etkisiyle, kronik mide mukoza iltihabına karşı başarıyla kullanılan bir bitkidir. Rezene çayı, bu bakımdan çok faydalıdır. Ayrıca iştah açıcı olarak yemeklerden yarım saat önce, sindirimi uyarmak ve şişkinliği gidermek için ise yemekten sonra, tatlandırılmadan tüketilmelidir.

Göz banyoları için ise 1-2 yemek kaşığı rezene tohumu havanda hafifçe ezilir, bir litre kaynar suyla haşlandıktan sonra, büyük bir havluyla baş örtülür ve gözler 5-10 dakika boyunca bu buhar banyosundan yararlandırılır. Rezene, bileşimindeki katı ve uçucu yağlar nedeniyle etkin olduğundan, bu banyo ısıtılarak ikinci kez, aynı amaçla kullanılabilir

Rezene Mücveri...


Malzemeler

3 adet yumurta
3 yemek kaşığı dolusu un
1 çay kaşığı karbonat
tuz,karabiber,kırmızı biber
biraz sıvıyağ
Taze rezene
Kızartmak için; sıvı yağ

Yapılışı: Rezeneleri ayıklayıp yıkadıktan sonra bir güzel doğruyoruz içine yumurtalarını kırıp,baharatlarını ilave ediyoruz,ununu ve biraz da yağını ilave ederek iyice karıştırıyoruz.
Kaşıkla aldığımız malzemeyi kızgın yağın içine bırakıp bir güzel kızartıyoruz.
Sıcak Sıcak afiyetle yenmeye hazır bizim evde rezene zamanı mutlaka yapılır ailecek severiz...
bence deneyin sağlıklı ve lezzetli ( kızartıyoruz ama onu artık mazur görücez napalım çiğ çiğ yenemeyeceğine göre) :) :)
Uzun zamandır paylaşmak istiyordum bugün kısmet oldu...Faydalarını eklemek istedim ne yediğimizi bilelim diye seveceğinizi umuyorum...

12 Nisan 2008 Cumartesi

burçlar ve korkuları ...



KOÇ : Hedef bulamama, tartışacak kişi yada konu bulamama korkusu.
BOĞA : Huzur bulamama korkusu, huzurun bozulması korkusu.
İKİZLER : Bilgi verme ve bilgi alma işlevini sürdürememek, ellerini ve konuşma yeteneğini kaybetme korkusu.
YENGEÇ : Başına bela gelme korkusu. Başına herşey gelebilme ihtimali korkusu.
ASLAN : İzleyici bulamama korkusu. Kendini alkışlamak zorunda kalma korkusu.
BAŞAK : Belaya bulaşma, hastalığa bulaşma, hastalığın bulaşması korkusu.
TERAZİ : Popüler bir partner bulamama, popüler olamama korkusu.
Tartışma korkusu.
AKREP : Güçsüz kalma korkusu, gücünü kaybetme korkusu.
YAY : Bilgi bulamama, duygu ve düşüncelerini aktaracak kişi bulamama korkusu.
OĞLAK : Başkaları ne der korkusu. Parasız kalma korkusu.
KOVA : Yalnız kalma korkusu. Sıradanlaşma korkusu.
BALIK : Partner olmadan yalnız kalma korkusu, duygusal ifadeyi aktaramama korkusu.

Burçlara Göre Korku ödülleri dağıtılsa !En korkak burç ödülü : YENGEÇ'lerin.
En Çekingen burç ödülü : BAŞAK'ların.
Lütfen çekingenlik, korkuyla karıştırılmasın.
Korkmaktan en çok korkan burç ödülü : KOÇ'ların.
En korkusuz olduğunu bıkmadan dile getiren burç ödülü : AKREP'lerin.

7 Nisan 2008 Pazartesi

İncirli Portakallı Turta...


Hafta sonu malumunuz sınavlarım vardı,sınav sıkıntısını atlattık çok şükür darısı finallere artık sınavlarım dolayısıyla ara verdiğim tariflerime ve bloguma geri döndüm tatlı bir tarifle inşallah hepimiz için sınavların tüm sınavlarımızın sonuçları hayırlı olur
tarifimize geçmeden önce baya maceralı bir turta yapımı yaşadık o gün önce onu anlatayım sizlere ( geçen perşembe ) turtamızı yapıp fırına koymuş ve galeta unlu poğaça hamurumu yoğurup dinlenmeye bırakmıştım baktım ki mutfak dağılmış bulaşıkları toplayayım dedim dolaba kaldırırken bardakları güzide bir fincanımız elimden kayıvermesin mi bende akıllı attım elimi toplayacam ya bir güzel kesdim elimi tam başbarmağımın başlangıç yerinden Allah'a şükür sol elimdi yoksa yanmıştım bir hafta sonra sınav vardı ya kalem tutamazdım...
tabi hemen annem geldi panik yapmaya ben diyorum bişet yok o diyor dikişlik bu dilkişlik neyse babam geldi gittik devlet hastanesine doktor temiz tut kapanır yaran dikişe gerek yok dedi dünyalar benim oldu yaptılar bir pansuman ( poğaçalarıda yapadık sanmayın sakın babamın gelmesini beklerken kardeşime tarif ettim o yaptı ve pişirdi )
geldik eve demledi kardeşim çayı oturduk afiyetle yedik turtamızı ve poğaçalarımızı elimi suya sokmadığım yara kapandı şimdi kabuk tutmak üzere çok şükür ki daha kötü birşey olmadı herşeyde vardır bir hayır...
geçelim tarifimize;


Malzemeler

1 yumurta
1 paket kabartmatozu,1 paket vanilya
1 paket erimiş margarin
1.5 su bardağı pudra şekeri
Aldığı kadar un
1 çay bardağı portakal reçeli
incir reçelinin suyu 1 su bardağına yakındı (incirlerini önceden höpürdetmiştik ..)

Yapılışı: Erimiş margarini, pudra şekerini ve yumurtayı iyice karıştırıyoruz,kabartma tozunu vanilyasını ve unu yavaş yavaş ilave ederek yumuşak bir hamur haline getiriyoruz,hamurun çeyreğini ayırıp içine un ilave ediyoruz ve sert bir hamur yapıp buzluğa koyuyoruz.kkalan hamurumuzu yağlanmış fırın tepsisine güzelce yayıyoruz ve önce incir reçelimizi güzelce yayıyoruz üzerine portakal reçelimizi ilave edip buzluktaki hamurumuzu reçellerin üzerlerine rendeliyoruz (rendelenmiş hamur reçellerin üzerini iyice örtmeli) ve 150 derecede üzeri hafif renk değiştirene kadar yaklaşık yarım saat pişiriyoruz...
Afiyetle yenmeye hazır oluyor... hem evdeki reçeller değerlendiriliyor hem bir
tatlı krizi daha sonlanıyor...
Kolay ve lezzetli oluyor tavsiye ederim.